Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Doğu yoksa Batı da yoktur ve Doğu Batı'nın en mükemmel ötekisidir.
"Doğu" olmasaydı eğer, "Batı" da olmazdı. Batı Doğu'yu "ötekileştirmek" suretiyle, başka bir deyişle, kendisinin tamamen zıddi olan bir "Doğu" icat ederek, Doğu'yu "Doğululaştırarak kendisini tanımlar. Bu ötekileştirme işlemiyle, kendisinde olan iyi şeylerin Doğu'da olmadığını ve kendisinde olmayan kötü şeylerin hepsinin Doğu'da var olduğunu iddia eder. Oryantalist söylemde Doğu, her zaman Batı'dan farklı bir şeyle, Batı'nın sahip olduğu varsayılan bilim, demokrasi, rasyonalite, ilerleme fikri, sivil toplum vb. özelliklerle kıyaslanarak tanımlanır. Doğu durağandır. Doğu'nun her bölgesi oryantalist söylem için aynıdır. Cezayir ile Endonezya, Türkiye ile İran, Tunus'la Körfez da emirlikleri arasında fark yoktur. Lord Cromer'in şahsında Batı için, Doğulu duygusaldır, bünyesi "mantık"ı kaldırmaz. Bu Doğu konuşamaz, kendisini anlatamaz; Batı kendisi için konuştuğu gibi Doğu adına da konuşur. Başka bir deyişle, eğer Doğu kendi kendisini temsil edemiyorsa, temsil edilmesi gerekir.
Reklam
Edward Said oryantalizmi "hepsi birbirine dayalı bir çok şey" olarak anlamaktadır.
Oryantalizm:
O her şeyden önce Hristiyan Batı'nın İslam'la gerçekleştirmek istediği polemiğin ürünüdür.
Oryantalizmin inceleme nesnesi Doğu’dur, ancak o, Batı’nın bizzat kendisi ile ilgilidir. Batı’da Doğu toplumlarını açıklamak iddiasıyla ortaya çıkan teoriler, Batı kimliğini ve üstünlüğünü daha belirgin bir şekilde vurgulamaya dönüktür.
“Oryantalizmin tarihi, bize batılı bilincin de tarihini sunmaktadır.”
Reklam
"Bugün Doğu'nun pek çok yazılı, arkeolojik ya da sanat eseri Batı ülkelerinin müzelerini süslemektedir. Söz konusu eserler Doğu 'da kalmış olsalardı akıbetleri ne olurdu şeklinde, haklılık payı olan sorular sorulabilir. Fakat oryantalizmin Doğulu kültürlerin korunması ve canlandırılması şeklinde bir hedefinin olduğunu söylemek abartılı ve dahası yanlış olur. Bu durum, avcının avladıgı geyiğin kafasını salondaki şöminenin önüne sererek sergilemesine benzemektedir. Sergilenen gerçekte geyik ya da kaplan değil ; avcının başarısı ve geyik ya da kaplan üzerinde kurduğu hakimiyettir. Avcının avı araçsal kullanımına benzer bir biçimde, burada, Batı dünyası Doğu'yu araçsal olarak kullanmaktadır. Neticede bütün bunlar, oryantalist çalışmaların birbirinden ayrılamaz tamamlayıcıları olarak değerlendirebileceğimiz özellikleridir."
(..) dekolonizasyon süreci “mutlak” bir bağımsızlaşmayı değil, yeni koşullara uygun değişik türden bir “bağımlılaşma”yı getirmiştir. Yeni düzenlemelerle birlikte kullanılan ekonomik ve başka yöntemler, "gözle görünmez” muazzam bir yeni-sömürge imparatorluğunun kurulmasını mümkün kıldı. Bu şekilde Batılı sömürgeci güçler, hem sömürgelerin
Sayfa 138 - Küre Yayınları
Asya, Asur dilinde “Doğu ülkesi” anlamına gelmektedir. Asya ve Avrupa kelimeleri Babil şehrinin her iki kısmını ifade eden asu (doğu), ereb (batı) sözlerinden türemiştir. Sonraları Ege denizinin iki tarafını birbirinden ayırmak için kullanıldı. Büyük İskender bu sınırı Hindistan'a kadar götürmüştü. Roma İmparatorluğu zamanında Roma şehri, meskûn dünyanın merkezi sayılmış, doğu tarafı için Oriens [Doğu), batı tarafı için de Occiden (Batı) tabiri kullanılmıştır. Roma İmparatorluğu devrinde Doğu, Batı'ya kıyasla "medenî ülke" manasında kullanılmaktaydı. 7. yüzyılın ortalarından itibaren Doğu'nun büyük bir kısmı Müslümanların eline geçti, böylece kavramın kapsamı da genişledi ve yeni bir şekil aldı. Haçlı seferleri zamanında Doğu denince daha ziyade İslam dünyası anlaşılıyordu. Türkler Anadolu ve Balkanlar üzerinde hakimiyet kurduktan sonra Osmanlı İmparatorluğu da Doğu kavramının kapsamına girdi.
Sayfa 24 - Küre Yayınları
Yunanistan'ın Asya ile olan ilişkileri tarih boyunca yağma ve resmi ticaret olmak üzere iki şekilde gerçekleşti. Yağma yoluyla Doğu'nun üretim fazlasına çok daha büyük kârlarla el koymak ve Avrupa'ya sunmak imkanına sahip olmuştur. Buna ek olarak da, Yunanistan kendisini Asya'dan tamamen ayırarak bir "Yunanlılık"
Sayfa 21 - Küre Yayınları
Reklam
Yunanistan doğal ya da yerleşik tarıma geçmek suretiyle bir medeniyet kurabilmiş değildir. Yunanistan'ın toprak ve coğrafya özellikleri böylesi bir gelişmeye izin vermez. Yunanistan ancak Asya devletlerinin duyduğu hammadde ihtiyacını kendi üretiminden, kendi üretimi yetmeyince de Avrupa'dan temin ederek karşılamak, bunun karşılıgında da Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu ürünleri Asya'dan almak suretiyle tarihte kendisine bir yer edinmiştir. Bu aracılık sayesinde, Avrupa içinde de kendisine bir yer bulabilmiştir. Bu sebeple Yunanistan'da kral otoritesinin ekonomik temelini Mısır ve Asya ticaretinin tekeline sahip olması oluşturur. Yunanistan'ın önemi ve zenginligi Asya ile kurduğu ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Yunanlıların, sitenin siyasî ve toplumsal yapısındaki önemi de, bu ticarette oynadığı rolle orantılıdır. Dahası, Yunanistan'ın ilk siyasi örgütlenmeleri ve krallıkları Girit gibi Doğu ticaretinin denetlenebileceği stratejik önemi haiz noktalarda ortaya çıkmıştır.
Sayfa 20 - Küre Yayınları
Her ne kadar oryantalizm adı verilen akademik disiplinin kurumlaşması 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ve asıl olarak da 19. yüzyılda gerçekleşmişse de, Batı'nın Doğu'ya olan ilgisinin ve Doğu hakkındaki muhayyilesinin oluşumu Doğu ile Batı'nın varlığı kadar eskidir. Edward Said, oryantalizmi Doğu ile Batı arasındaki ontolojik ve epistemolojik ayırıma dayalı bir düşünüş şekli olarak tanımlar. Başka bir deyişle, “Batı'nın Doğu'ya ilişkin topyekün muhayyilesi"ni belirleyen özellikler Doğu ile Batı arasındaki ayırımda yatmaktadır. Thierry Hentsch'in de doğru olarak belirttiği üzere, Doğu ile Batı arasındaki karşıtlığın tarihini ne kadar geriye götürürsek götürelim, “bu karşıtlığın iki kutbu aynı yaşta değildir". Başka bir deyişle, toplumlar birbiriyle aynı anda ve aynı koşullarda medeniyete geçebilmiş değillerdir. Bu iki kutbun medeniyete ilk önce geçmeyi başaranı Doğu oldu. Batı dünyası daha medeniyete ilk adımını attığı andan itibaren, gelişiminin her safhasında Doğu ile ilişki içerisinde olmak mecburiyetinde kalmıştır. Doğu'nun zenginliğine ve kültürel mirasına duyduğu ihtiyaç, tarih boyunca sürmüştür. Dahası ancak bu ilişkiler bağlamında kimlik kazanabilmiş ve uygar dünyaya katılma imkanı bulabilmiştir. Batı ile Doğu arasındaki bu karşılıklı etkileşim, iki uygarlığın da kimliklerinin oluşumunda belirleyici olmuştur.
Sayfa 14 - Küre Yayınları
“Doğu" olmasaydı eğer, “Batı" da olmazdı. Batı Doğu'yu “ötekileştirmek” suretiyle, başka bir deyişle, kendisinin tamamen zıddi olan bir “Doğu" icat ederek, Doğu'yu “Doğululaştırarak" kendisini tanımlar. Bu ötekileştirme işlemiyle, kendisinde olan iyi şeylerin Doğu'da olmadığını ve kendisinde olmayan kötü şeylerin hepsinin Doğu'da var olduğunu iddia eder. Oryantalist söylemde Doğu, her zaman Batı'dan farklı bir şeyle, Batı'nın sahip olduğu varsayılan bilim, demokrasi, rasyonalite, ilerleme fikri, sivil toplum vb. özelliklerle kıyaslanarak tanımlanır. Doğu durağandır. Doğu'nun her bölgesi oryantalist söylem için aynıdır. Cezayir ile Endonezya, Türkiye ile İran, Tunus'la Körfez ya da emirlikleri arasında fark yoktur. Lord Cromer'in şahsında Batı için, Doğulu duygusaldır, bünyesi “mantık”ı kaldırmaz. Bu Doğu konuşamaz, kendisini anlatamaz; Batı kendisi için konuştuğu gibi Doğu adına da konuşur. Başka bir deyişle, eğer Doğu kendi kendisini temsil edemiyorsa, temsil edilmesi gerekir.
Sayfa 13 - Küre Yayınları
Edward Said oryantalizmi "hepsi birbirine dayalı bir çok şey" olarak anlamakta ve genel kabul gören anlamlarını “en kolay kabul gören akademik manası"ndan başlayarak sıralamaktadır: "Antropolog, sosyolog, tarihçi yahut dil bilimci olsun, özel yahut genel bir açıdan Şark'ı öğreten, yazıya döken yahut araştıran kimse
Sayfa 8 - Küre Yayınları
M. Hamdi Zakzûk, oryantalizm ile misyonerlik arasında bir ortaklığın var olduğunu iddia eder: "Oryantalizm, Doğu medeniyet ve inançlarını öğrenmeyi sağlayan 'Doğu dillerini bilme' üzerine kurulduğuna göre, misyonerlikle bu noktada birleşiyor, çünkü misyonerlik de Hristiyanlaştırmak istediği kimselerin dillerini bilmeyi zorunlu görüyor. Nitekim 13. yüzyıl misyonerlerinde Müslümanların dillerini öğrenmenin gerekli olduğuna ilişkin tam bir kanaat vardı. Kendilerince Müslümanları Hristiyanlaştırma çabalarının başarıyla sonuçlanması buna bağlıydı. Daha sonra uygulama alanına konulan bu kanaat, oryantalizmin gelişmesinde önemli bir rol oynadı. O dönemlerde oryantalizmi misyonerlikten veya genel anlamıyla dini faktörden ayırt etmek kolay değildi. Çünkü oryantalizmin doğuşunda dinî faktör ilk sırada yer alıyordu."
Sayfa 7 - Küre Yayınları
45 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.